Değerli Vatandaşlarım,
Türkiye yıllardır vatandaşlarımızın enerjisini tüketen bir siyasal kutuplaşma ortamıyla karşı karşıya. İnternet teknolojilerinin ve sosyal medya kullanımının yaygınlaşması bu kutuplaşmayı daha da güçlendirdi. Öyle günlerden geçiyoruz ki hem geleneksel medyada hem de yeni medyada herkes kendisine yakın görüşleri takip ediyor. Vatandaşlarımız çok sesliliğe ve farklı görüşlere ulaşmakta bu medya ortamında büyük güçlük çekiyorlar. Toplumun mahallelere ayrıldığı ve her mahallenin kendi medya kuruluşunu takip ettiği bir dönemin içerisinde bulunuyoruz. Bizler de bu koşullar altında uygun mecralar bulup sizlere sesimizi duyurmakta zorluk çekiyoruz. Demokratik siyaset sadece size oy verecek ve destek olacak seçmenleri harekete geçirmek için değil size hiç bir zaman oy vermeyecek olsa bile toplumun refahını arzulayan vatandaşlarınızla da etkili bir diyaloğu kurabilmek için yapılmalıdır. Bu şartlar içerisinde böyle bir açık mektup yazmaya karar verdim. Temel amacım da geçmişte AK Partiye oy veren, CHP’ye hiç oy vermemiş ya da oy vermeyi hiç düşünmeyen vatandaşlarımıza seslenebilmek.
NİÇİN BU AÇIK MEKTUBU YAYINLAMAK İHTİYACI HİSSETTİM?
İlk olarak Türkiye git gide demokrasinin asgari şartlarını taşımaktan da uzaklaşıyor. Demokrasi için olmazsa olmaz ve en temel uygulamalardan birisi seçimdir. Seçim ile oylamayı birbirine karıştırmamak gerekir. Oylama belli bir anda bir çoğunluğun varlığını ve eğilimini belirlemek için yapılan bir işlemdir. Ama seçim ise sadece seçim gününden ibaret olmayan, insanların rahatlıkla aday olabildiği, siyasi faaliyetlerini özgürce yapabildiği, vatandaşın gerçekten farklı seçeneklere sahip olduğu bir süreçtir. Türkiye son günlerde atılan adımlarla özgür ve adil seçimlerden uzaklaşıyor ve seçimler iktidar eliyle basit bir oylamaya indirgeniyor. Bu tehlikeyi doğru anlamalıyız.
Türkiye’deki seçimleri Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin daveti ile izlemeye gelen uluslararası gözlemciler yazdıkları raporlarda Türkiye’de seçimler bakımından önemli sorunlara dikkat çekmiş olmakla birlikte seçim günü işlerin genel olarak iyi organize edildiğini ve oy pusulasında seçmenlerin gerçek alternatiflere sahip olduklarını, bu gerçek alternatifler arasında tercihte bulunduklarını kayıt altına almıştır. Bu gözleme genel olarak katıldığımı belirterek bir ekleme yapmak istiyorum: Türkiye’de demokrasi bakımından önemli sorunlar bulunmakla birlikte sandık çok temel bir toplumsal direk konumundadır ve bütün toplumun sahiplendiği çok temel bir demokrasi ilkesidir. Bu nedenle bütün dünyada seçimlere katılma oranında ciddi bir gerileme yaşanırken ülkemizde seçmenlerin neredeyse yüzde doksanı sandığa gitmektedir. Türkiye toplumunu bir arada tutan, farklı anlayışlardan, hayat tarzlarından insanların bir arada yaşayabilmesini mümkün kılan en önemli unsur Türkiye’de sandığın değerli olması, vatandaşın sandığa önem vermesi ve seçenekler arasından tercihte bulunabilmesidir. Bu seçim ve sandık konusundaki hassasiyet özellikle AK Parti seçmeni bakımından da çok önemlidir.
Ancak son dönemde yaşanan belediye başkanlarının görevlerinden uzaklaştırılması, medyaya ve gazetecilere yönelik baskılar ve İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun siyasi yasakla karşılaşması ile sonuçlanabilecek bir yargı tacizi altında tutuluyor olması siyasi iktidarın seçimleri “gerçek” seçimler olmaktan çıkartmaya yöneldiğini; seçim sürecini ve adaylıkları bir tasarım konusu haline getirmek istediğini ve seçim sandığından çıkacak sonucu sakatlamak amacını taşıdığını bize gösteriyor. Bu sorunun sadece muhalefetin sorunu olmadığını iktidara oy veren seçmenler bakımından da çok temel bir problem olduğunu belirtmek istiyorum.
Değerli Vatandaşlarım,
Türkiye’de farklı seçmen kümelerinin farklı demokrasi anlayışlarına sahip olduğu birçok araştırma tarafından ortaya konulmuştur. Bu araştırmalara göre CHP seçmeninin de dahil olduğu muhalefet seçmen grubu ifade özgürlüğü, yargı bağımsızlığı gibi demokratik değerlerin korunmasını demokrasinin özü olarak değerlendiriyor. Yani bu kesime göre demokrasi ancak demokratik değerlerin uygulamaya konulmasıyla mümkün. Buna karşılık iktidara yakın seçmenler ise demokrasiyi daha çok seçimler ve milli irade yönüyle değerlendiriyor. Bu kesim seçimlerde adil rekabete, seçim sonuçlarına saygı gösterilmesine ve ülkenin sandıktan çıkan irade çerçevesinde yönetilmesine önem veriyor. Bu seçmen kitlesi demokrasi literatüründe çoğunlukçu demokrasi anlayışı olarak nitelendirilen bu perspektifi uzun yıllardır içselleştirmiş durumda. Eğer siyasi tarafgirliği bir kenara koyarsak son günlerde yaşanan gelişmelerin bu vatandaşlarımızın demokrasi anlayışları bakımından da çok büyük bir problem olduğunu görmelerini bekliyorum. Son gelişmeler sadece muhalefete yönelik bir operasyon değil demokrasinin en temel unsuru olan sandığı ve millet iradesini doğrudan hedef alan girişimlerdir.
Bu alanda birçok kanıt bulunmakla birlikte en önemlilerini hatırlatalım. Başlı başına İmamoğlu’nun karşılaştığı muamele demokrasinin sandık boyutunun sakatlanması bakımından çok önemli örnekler barındırıyor. İmamoğlu hakkındaki dava dosyaları, yaptığı konuşmalar biter bitmez yeni soruşturmalar açılması, konuşmaları paylaşanların soruşturmaya uğraması, aynı bilirkişinin bütün belediye dosyalarına atanması, bu bilirkişinin bütün raporlarının olumsuz olması, İBB hakkında yazdığı tek olumlu raporun geçmiş dönemki Ak Parti yönetimi devrine ait olması, binlerce kişinin arasından hep aynı bilirkişinin önüne bu dosyaların düşürülmesi konuyla ilgili yeterli delile sahip olduğumuzu bize gösteriyor. Ama bu konudaki herhalde en ileri giden girişim ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “turpun büyüğü heybede” sözleri oldu. Bu ifadeler İmamoğlu’nun seçimlere sokulmak istenmediğinin ve yargı yoluyla devre dışı bırakma projesinin en açık kanıtı oldu. Bu kapsamda belediyelerde kayyum uygulamaları, tutuklanarak cezaevine gönderilen belediye başkanları, soruşturmalar yoluyla gözdağı verilen sanatçılar, Ümit Özdağ’ın cezaevine konulması ve tutuklu gazeteciler durumun daha da ağırlaşmakta olduğunu bizlere gösteriyor.
Değerli Vatandaşlarım,
Demokrasinin seçim ve sandık boyutunun dejenere edilmesinin sadece muhalefete karşı bir girişim olduğu düşüncesi doğru değildir. Yani iktidarın sınırlandırılması, denge-fren mekanizmalarının olması sadece muhalefet için değil bütün vatandaşlar için bir güvencedir. Bir ülkede ekonomik istikrarın sağlanması, kişi hak ve özgürlüklerinin korunması, güvenlik ortamının bulunması, kamu düzeninin varlığı bu denge-fren mekanizmalarına ve iktidarın el değiştirebilmesi ihtimaline bağlıdır. Sonuç olarak vatandaşlar kurumlara ve devlet gücünü kullanan kişilere güvenemezlerse bu sadece muhalefet için değil tüm toplum için riskler barındırır. Kimsenin can ve mal emniyeti kalmaz.
Türkiye’de demokrasinin en temel unsuru olan sandığa gölge düşürülmesi konusunu gündeme getirirken sadece eleştiriler not etmekle yetinemeyiz. Mücadelemiz bütün Türkiye’de insan haklarını ve demokrasiyi gerçekleştirmek olmalıdır. Mağdur edilen muhalefet kesimi olarak olarak yeni mağduriyetler yaratmayacak bir ortam oluşturmayı amaçlıyoruz. Yeni mağduriyetlerin Türkiye’de sorunları daha da derinleştireceğini biliyoruz. Bu yüzden inanıyoruz ki iktidar değişikliği gerçekleşecek ama yeni dönemde intikamcı bir yaklaşımla yeni mağduriyetler yaratmanın yerine bir adalet ve demokrasi vizyonu uygulamaya konulacaktır.
Değerli Vatandaşlarım,
Muhalefet temsilcileri olarak sesimizi yükseltiyoruz, açıklamalar yapıyoruz ama bu noktada sadece bizlere değil bütün topluma görev düşüyor. İş dünyası, sendikalar, sivil toplum, akademi içinden saygın isimlerin sandığın yargı yoluyla tanzim edilmesi ve seçimlerin dejenere edilerek salt bir oylama haline getirilmesine karşı bir tavır koyması gerekir. Bu tavrı koyanları kınamayınız aksine cesaretlendiriniz. Haksızlıklar karşısında itiraz en doğal haktır ve sadece kişinin kendisi için değil bütün toplum bakımından değer taşımaktadır.
Bunun yanında Türkiye gibi bir ülkenin demokrasi ile yönetilmesi aslında bir tercihten öteye bir zorunluluktur. Dünyada ve bölgemizde otoriter yönetimlere baktığımızda bu yönetimlerin temel unsurunun belli bir doğal kaynağa (petrol ve doğalgaz gibi) dayalı olduğunu görürüz. Bu türden rejimleri mümkün kılan doğal kaynaklardan gelen gelirlerin iktidara yakınlığa göre vatandaşlar arasında paylaştırılmasıdır. Türkiye ise ekonomi, ticaret, eğitim ve kültür bakımından Avrupa ile çok güçlü bağları olan bir ülkedir ve dünyaya açık bir ekonomidir. Ülkemizin ayakta kalması için vatandaşımızın çalışması, üretmesi ve ticaret yapması gerekir. Türkiye’de ekonomik refah sağlanmasının yolu daha fazla yabancı sermayenin Türkiye’ye gelmesidir. Demokrasiden uzaklaşan bir Türkiye içine kapanarak Avrupa’dan da uzaklaşacak ve ekonomik olarak büyük bir yıkım tablosunu önünde bulacaktır. Sonuç olarak demokrasi Türkiye’nin ekonomik gelişmesi bakımından da son derece kritiktir.
Türkiye etrafında çok büyük riskler olan, çok çeşitli çatışmalar olan bir ülkedir. Böyle bir ülkenin iç bütünlüğünün olması gerekir. Siyasi partiler arasında farklar ve ayrımlar olabilir ama böylesine tehlikeli bir coğrafyada Türkiye’nin karışıklıklar içerisinde yuvarlanmaması için halktan destek alan bir iktidarın olması gerekir. Türkiye’de baskı rejimi temelde bir ulusal güvenlik sorunudur. Çünkü demokrasiden uzaklaşmak Türkiye’nin bölgedeki tüm çatışmaların öznesi haline gelmesini ve Türkiye’nin içinin karıştırılmasına yönelik bir ortam yaratılmasını beraberinde getirir. Türkiye güvenliğini ancak demokratik bir iktidarın varlığı ile sağlayabilir.
Sonuç olarak Türkiye’de özgür seçimlerin yapılması ve siyasi rekabetin adil olması sadece muhalefetin sorunu değildir. Bütün toplum kesimlerinin en azından sandığa gölge düşürülmemesi hususunda bir uzlaşma içerisinde olması gerekir. Demokrasiyi sahiplenmek adına geçmişte iktidara oy vermiş vatandaşlarımızın da korkusuz bir şekilde itirazını yükseltmesi önemlidir. Sandığın ve sandıktan çıkan iradenin çürütülmesinin kimseye bir faydası olmayacaktır.
* CHP Milletvekili
More Stories
Mersin’de Kamyonun Kapağı Açıldı, Üç Çocuğa Çarptı
Evin Cezaevi’nde İnsan Hakları İhlalleri
Arnavutköy’de Karla Mücadele