Birleşmiş Milletler’de Suudi Arabistan ve Fransa’nın girişimi ile tarihi bir konferans yapıldı. Bu girişim, İsrail-Filistinliler arasındaki soruna iki devletli bir çözüm amacı taşıyor.
Bu toplanının bitimi itibariyle, BM’ye üye ülkelerin yaklaşık yüzde 80’i Filistin’i devlet olarak tanıyor.
Hamas’ın 7 Ekim 2022’de İsrail’e yönelik başlattığı ölümcül saldırılar ve ardından Gazze’de İsrail ile giriştiği savaştan bu yana iki devletli çözüm giderek daha uzak görünüyor.
Ancak hem Arap hem de Avrupa devletleri son zamanlarda Gazze’deki felaket koşullarının giderek arttığı bir ortamda bu fikri yeniden canlandırmak için bastırıyorlar.
İki devletli çözüm nedir?
İki devletli çözüm, İsrail devletiyle birlikte yaşayan, güvenli ve tanınmış sınırlara sahip bir Filistin devletinin kurulmasına dayanıyor.
Filistinliler, İsrail’in 1967 savaşında ele geçirip işgal ettiği Batı Şeria, Doğu Kudüs ve Gazze Şeridi’ni kapsayan bir devlet istiyor.
Ancak mevcut İsrail hükümeti Filistin devletine ve egemenliğine karşı.
İsrail’in tutumu
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Filistin’in bağımsızlığına kesinlikle karşı ve siyasi hayatı boyunca iki devletli çözüme karşı çıktı.
Netanyahu, 7 Ekim saldırılarından iki hafta önce BM Genel Kurulu’nda İsrail ile Arap komşuları arasında “yeni bir barış çağının şafağını” müjdelemişti.
Netanyahu, “sözde uzmanların” İsrail ve Ürdün Nehri ile Akdeniz arasındaki toprakları paylaşan gelecekteki bir Filistin ile iki devletli bir çözümü müzakere eden “yaklaşımlarının” hüküm sürdüğü çeyrek asır boyunca “tek bir barış anlaşması” yapılmadığını söyledi:
“2020’de, benim savunduğum yaklaşımla … kısa sürede inanılmaz bir atılım gerçekleştirdik. Dört ay içinde dört Arap ülkesiyle dört barış anlaşması yaptık” dedi.
Bunlar, ilk Trump yönetimi sırasında ABD tarafından aracılık edilen İbrahim Anlaşmaları’ydı.
Netanyahu, anlaşmaların sağlayacağı ivmenin Filistinlileri “İsrail’i yok etme fantezilerinden vazgeçmeye ve nihayet gerçek bir barış yolunu benimsemeye” ikna edeceğini söyledi.
Daha sonra iki devletli çözümün sona erdiğini ima eden “Yeni Orta Doğu” haritasını gösterdi.
Peki iki devletli çözüm barış için bir seçenek olarak nasıl ortaya çıktı?
Ve yıllar içinde buna yönelik tutumlar nasıl gelişti?
Barış umutları nasıl suya düştü?
İki devletli çözüm fikri 1947’deki BM Bölünme Planı’na kadar uzanıyor.
Plan, İngiliz mandası altındaki Filistin topraklarının iki ayrı devlete bölünmesini öneriyordu.
1993 yılında, İsrail ve Yaser Arafat’ın El Fetih grubunun liderliğindeki Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) Norveç’in arka planda arabuluculuk ettiği görüşmeleri ve karşılıklı tanımayı kabul etmelerinin ardından iki devletli bir anlaşmanın ana hatları belirlenmişti.
Ancak Oslo süreci hiçbir zaman son noktasına ulaşamadı ve geriye eskisinden daha da zor çözülebilecek bir dizi sorun bıraktı.
Barış için toprak anlaşmaları, İsrail’in 1967 savaşında ele geçirdiği ve işgal ettiği topraklar üzerinde Filistin Yönetimi’nin özerkliğini tesis etti.
Ancak askeri işgal ve Yahudi yerleşim faaliyetleri devam etti ve “kalıcı statü meseleleri” adı verilen konular daha sonraki müzakereler için bir kenara bırakıldı.
Bunlar arasında, 1948’deki ilk Arap-İsrail savaşında ve BM’nin 1947’de bölünmeyi oylamasından sonra İsrail’e dönüşen topraklardaki Filistinli mültecilerin durumu da yer alıyor.
İsrail 1967’de Doğu Kudüs’ü ilhak etmişti ve bu da her iki tarafın da vazgeçilemeyecek kadar önemli gördüğü kutsal mekanlarla ilgili bir başka muammaydı.

Yıllarca süren diplomatik restleşmelerin ardından bu konular nihayet 2000 yılında dönemin ABD Başkanı Bill Clinton’ın ev sahipliğinde Camp David’de düzenlenen kapalı kapılar ardındaki zirvede ele alındı ancak İsrail Başbakanı Ehud Barak ve Filistin Yönetimi Başkanı Arafat aradaki uçurumu kapatmayı başaramadı.
Herkes başarısızlığın sorumluluğunu bir başkasına yükledi. İsrailli ve ABD’li yetkililer Arafat’ın şimdiye kadar elde edebileceği en cömert anlaşmayı geri çevirdiğini söyledi.
Filistinliler, Doğu Kudüs’te bir başkent gibi kendi taleplerinin çok gerisinde kalan bu anlaşmayı sahte olarak nitelendirdi.
1987’de Gazze’de kurulan İslami Direniş Hareketi Hamas, rakipleri El Fetih’in barış için verdiği tavizleri kabul etmedi ve 1994’ten itibaren intihar saldırılarıyla görüşmeleri rayından çıkarmak için bolca fırsat buldu.
Dindar yerleşimciler de Tanrı tarafından kendilerine vaat edilmiş olarak gördükleri topraklardaki Yahudi varlığını genişletmek ve güçlendirmek için İsrail’in esnekliğinden yararlandılar.
Oslo’dan sonra ne oldu?
2000 yılında İkinci İntifada olarak bilinen Filistin ayaklanması patlak verdiğinde, İsrail’in siyasi ağırlık merkezi önemli ölçüde sağa kaymıştı.
Oslo’nun arkasındaki itici güç olan İsrail İşçi Partisi önemsizleşirken, yerleşim yanlısı sağın farklı versiyonları baskın hale geldi.
Şaron’un kabinesi Filistinlileri İsrail’den ve Batı Şeria’daki bazı yerleşimlerden ayıran bariyeri uygulamaya koyarken, isyankar Filistinli halklar İsrail’in askeri gücüyle karşı karşıya kaldı.
Arafat 2004’teki ölümünden kısa bir süre öncesine kadar Ramallah’ta sıkışıp kalmıştı.
Şaron, Gazze’de yaşayan 1,5 milyon Filistinlinin arasında yaşayan birkaç bin yerleşimciyi bölgeden uzaklaştırdı ve askerleri çevreye yerleştirdi.
Dört izole Batı Şeria yerleşimi de boşaltıldı.
“Ayırma” planının sonuçları çok büyüktü; amaç, yoğun nüfuslu bir Filistin bölgesini ayırarak İsrail topraklarındaki Yahudi çoğunluğunu korumaktı.
Şaron’un üst düzey danışmanı bir gazeteciye yaptığı açıklamada, siyasi müzakereleri sona erdirmek için “gerekli formaldehit miktarını” sağladığını söyledi.
Yine de bu hamle Likud’u böldü ve yerleşim taraftarlarını yabancılaştırdı.
Yılmayan Şaron, 2006 seçimlerinde mücadele etmek üzere yeni bir parti kurdu.
Seçimden haftalar önce geçirdiği beyin kanaması nedeniyle Batı Şeria için de benzer bir plan olup olmadığı öğrenilemedi.
Arafat’ın halefi Mahmud Abbas tarafından Oslo ilkelerine ihanet olarak nitelendirilen ayırma, Gazze’deki Hamas liderleri tarafından direnişin zaferi olarak kutlandı.
Ancak Mısır’ın işbirliğiyle İsrail Gazze ablukasını sıkılaştırdı ve militanların baskınları ve İsrail’e roket atmalarıyla şiddet düzenli olarak tırmanırken, İsrail bombardımanı ve saldırıları direnişi kontrol altında tutmak için kullanıldı.
Bu arada Batı Şeria’da Hamas gelişiyordu.
2006’daki Filistin Yönetimi meclis seçimleri, El Fetih’in Filistin’in bağımsızlığını sağlamadaki başarısızlığı ve yolsuzluklardan hayal kırıklığına uğramış seçmenlerin çoğunun Hamas’a oy vermesiyle sonuçlandı.
Hamas’ın Filistin Yönetimi’ni güç kullanarak Gazze’den çıkarması, silahlı direnişin merkezi olan Gazze’nin, barış anlaşmalarına bağlı olan El Fetih yönetimindeki Batı Şeria’dan ayrılmasına yol açtı.
Ancak Hamas’ın tutumlarında, şiddetin uzun vadede durdurulması ve İsrail’in 1967’de işgal ettiği topraklarda bir devlet kurulabileceği yönündeki önerilerle birlikte, gelecekte siyasi angajman olasılığına işaret eden değişim işaretleri vardı.
Ancak Hamas, İsrail’in yok edilmesini öngören tüzüğünü değiştirmedi.
İsrail ise Batı Şeria’daki yerleşim yerlerini alan ve nüfus olarak genişletmeye devam ediyordu – bu eğilim 2025’e kadar devam etti.
Zaman içinde Hamas, Lübnan’daki Hizbullah gibi müttefiklerinin de desteğiyle, Direniş Ekseni olarak bilinen askeri kabiliyetini geliştirmek için Gazze’deki denetim eksikliğinden de yararlandı.
Yeni faktörler
Gazze savaşının ve 7 Ekim saldırılarının ardından birçok yeni faktör devreye girdi.
Netanyahu, Filistin devletine karşı muhalefetinin 7 Ekim’den bu yana derinleştiğini ve böyle bir ihtimalin “[İsrail’in] varlığını tehlikeye atacağını” söyledi.
Gazze Şeridi ve Batı Şeria da dahil olmak üzere “Ürdün Nehri’nin batısındaki tüm topraklarda tam güvenliği sağlama” sözü verdi.
İsrail parlamentosu Temmuz 2024’te bir Filistin Devleti kurulmasını reddeden bir karar kabul etmişti.
Sağcı Netanyahu destekçileri Filistinlilerin devlet kurmak istedikleri toprakların İsrail’e ilhak edilmesi çağrısında bulundu.
Buna Gazze’nin bazı bölgeleri de dahil.
Bazı destekçiler de Gazze nüfusunun kalıcı olarak uzaklaştırılmasını istediklerini söylüyor.
İsrail’de Hamas’ın yok edilmesi gerektiği konusunda geniş bir mutabakat da var.
Ancak bunu başarma çabasının Gazze’deki siviller üzerinde ciddi bir etkisi oldu.

Ancak İsrail’in Hamas’ın üst düzey askeri liderlerini öldürmesi ve Hizbullah militan grubu ve İran’ı zayıflatmasının ardından barışa doğru ilerlemesi için uluslararası baskı da arttı.
Arap ülkeleri ve Avrupa destekli ortak BM konferansı ve Fransa ve İngiltere gibi ülkelerin bir Filistin devletini tanımaya yönelik son açıklamaları, iki devletli bir çözüme doğru ilerlemesi için İsrail’e baskı uygulamak suretiyle bir tutum değişikliğine işaret ediyor.
Ancak, tarihsel olarak iki devletli çözümün ana destekçilerinden biri olan ABD, şimdi bu çözümden uzaklaşıyor gibi görünüyor.
ABD Başkanı Donald Trump konuyla ilgili tutumunu net bir şekilde ortaya koymasa da, yönetimi BM konferansına karşı çıktı.
Reuters tarafından görülen bir ABD telgrafında şöyle deniyordu: “ABD, çatışmanın nihai çözümüne önemli yasal ve siyasi engeller ekleyecek ve İsrail’i bir savaş sırasında zorlayarak düşmanlarını destekleyebilecek konjonktürel bir Filistin devletini tek taraflı olarak tanıyacak her türlü adıma karşı çıkmaktadır.”
29 Temmuz’da İsrail’e uzun vadeli bir çözüme ulaşması için baskı yapılıp yapılmaması gerektiği sorulduğunda Trump bunun Hamas’ı ödüllendirmek olarak görülebileceğini söyledi.
İki devletli çözümü canlandırma çabalarına ABD’nin desteği olmadan bu yönde ilerleme kaydedilmesi ihtimali de belirsizliğini koruyor.
BBC Arapça’dan Lina Shaikhouni, Martin Asser, Lamees Altalebi ve Paul Cusiac’ın haberi