Sağ-sol kavramları artık siyaset tarihçilerine bırakılmalı
15 mins read

Sağ-sol kavramları artık siyaset tarihçilerine bırakılmalı

Odatv İmtiyaz Sahibi Soner Yalçın’ın başlattığı “Kimler sağcı… Kimler solcu…” tartışması sürüyor. Son olarak Kerim Paker, “Sağ da Yok Sol da, bugün siyaset tek boyuta indirgenemez” başlıklı bir mektupla süren tartışmaya katıldı.

“Sağ kendisini yenilemeye gayret ederek, yeni çok boyutlu toplum/siyasete kendini adapte edebilirken, Sol benzer bir açılımı gerçekleştirmekten daha uzak görünüyor” diyen Paker, “Giderek artan ve ayrışan sınıf sayılarını göz önüne alırsak, çok boyutlu siyaset yapmayı becerebilenler başarılı olacaklar gibi duruyor” görüşünü savunuyor.

İşte Kerim Paker’in “Sağ da Yok Sol da, bugün siyaset tek boyuta indirgenemez” başlıklı o yazısı:

1789 Fransız Devrimi sonrası, farklı görüşlerdeki siyasetçilerin parlamentoda koridorun sağında ve solunda oturmasıyla ortaya çıkan Sağ ve Sol görüş kavramlarının temsil ettikleri değerler ve dayandıkları sosyolojik taban çok uzun seneler büyük bir değişime uğramadan devam etti.

Karl Marx’ın sınıf teorisi aslında her iki tarafın sosyolojik tabanlarını da belirlemiştir. Marx’a göre burjuvazi, yani sermaye sahipleri, üretim araçlarını kontrol ederken; proletarya, yani işçi sınıfı, yaşamını sürdürebilmek için emeğini satmak zorundadır. Marx, bu sınıflar arasındaki ilişkilerin, toplumsal değişim ve çatışmaların motoru olduğunu öne sürmüştür. Yakın döneme kadar siyasi ve Marx’a göre toplumsal yapıyı anlatmak için tek boyutlu bir çizgi kullanılabiliyordu. Çizginin ortadan ikiye ayrılması gibi hayal edebilecek sınıf farklılıkları neredeyse hiç geçişkenlik taşımıyordu.

Her ne kadar doğası gereği çatışmak zorunda olsalarda bu iki sınıfın üretim yapabilmesi, üretim araçlarının sahipleri ile o araçları kullananların ortak hareket etmesi ile mümkündü. Dolayısı ile çatışan bir “ortaklık” söz konusu idi. Bu ortaklıkta bir taraf üretim araçlarını (sermayesini), diğer taraf da mesaisini ortaya koyuyordu. Ancak, bu ortaklıkta eşitliği bozan en önemli unsur, başarılı olunduğunda sermayenin artması mümkünken, mesai sırasında geçen zamanı biriktirme şansları yoktu. Sermaye sahibinin birikimi artabiliyordu, ancak, kol gücü sahibinin gücü kullanılmadığında bir sonraki güne kalmıyordu. Dolayısı ile birikmiyordu.

21. Yüzyılda Ekonomik ve Sosyal Değişimler

21. yüzyılda, teknolojik ilerleme ve globalleşme, Marx’ın döneminden farklı bir ekonomik ve sosyal yapıyı ortaya çıkardı. Gelişen dünya ile beraber iki ana sınıf da kendi içlerinde bölündüler. İşçi sınıfı bilgi biriktirebilen emek sahibi ile kol gücü kullanan emek sahibi olarak ikiye bölündü. Sermaye de yerel veya milli sermaye ve küresel sermaye olarak iki ana form aldı.

Bilgi, yeni bir ekonomik güç haline geldi ve geleneksel maddi sermaye sahipliği ile birlikte, bilgi sermayesi de biriktirilebilir bir varlık olmaya başladı. Bu da emeğini satan ama satarken de birikim elde edebilen yeni bir sınıf yarattı. Klasik emek sahibinden farklı olarak, bu yeni emekçiler, işe başladıkları her gün, bir önceki günden daha zengin oluyorlar. Klasik emekçilerin ortaklığa katabildikleri her sabah aynı kalırken, bilgi birektirebilenler her sabah ortaklığa daha fazla payla katılabiliyorlar.

Yepyeni bir emekçi sınıfının doğması ise toplumda yeni gerilimlerin oluşmasına sebep oldu. Artık sadece emekçi ile sermaye sahibi arasında değil, iki emekçi grubunun içinde yaşanan ilişkiler de toplumsal değişim ve çatışmaların temelini oluşturabiliyor. Örneğin bu yeni sınıf, mülkiyet hakkı veya girişimci niteliği dolayısı ile ekonomi politikaları açısından daha Sağ’a yakınken, dış politikada dünya ile entegre olmanın kendisine daha fazla avantaj sağlaması dolayısı ile Sol politikalara daha sıcak bakabilmektedir.

Her ne kadar sermayenin vatanı olmaz dense de, Dünya’da yaşanan son siyasi gelişmeler, yerel sermaye ile küresel sermayenin de bir farklılaşma hatta çekişme içinde olduğunu gösteriyor. ABD ve Birleşik Krallık’ta (Brexit) son 5-6 yılda yaşanan siyasi süreç bu çekişmenin en bariz örneklerini oluşturmakta. Eskiden sermayenin beklenti ve çıkarları büyük oranda örtüşürken, son yıllarda ciddi bir ayırım gözlenmekte.

Küresel sermaye hala devlet müdahalesinin olmamasını, hatta tüm piyasaların devletler üstü olmasını savunurken, milli/yerel sermaye ise devletin çeşitli alanlarda müdahale etmesini, yerel/milli sermayeyi korumasını tercih edebiliyor. Önceleri devlet müdahalesine uzak duran kesimler, devlet müdahalesini tercih eder bir politika arayışında olabiliyor.

Diğer taraftan, milli/yerli sermaye geleneksel aile yapısını ve yerel değerleri öne çıkarmaya devam ederken, küresel sermayenin bu alanlarda hiçbir hassasiyeti bulunmuyor. Başta Woke kültürü olmak üzere son dönemde küresel sermayenin geleneksel tüm alanlardan uzaklaşmaya çalıştığı farklı mecralarda gözlemlenmektedir.

Siyasi Akımların Yeniden Tanımlanması

Marx’ın sınıf mücadelesi teorisi, sol ve sağ siyasi akımların temelinde yer alır. Ancak, modern sınıf yapısındaki değişimler, bu akımların yeniden tanımlanmasını gerektirir düzeyde olmuştur. Siyasi akımların yeniden tanımlanması, 21. yüzyılın ekonomik ve sosyal değişimlerinin ışığında, özellikle Marx’ın sınıf teorisinin modern toplumun yeni gerçeklikleriyle nasıl etkileşime girdiği bağlamında kritik bir öneme sahiptir. Bu değişimler, sol ve sağ gibi geleneksel politik akımların temel varsayımlarını ve stratejilerini işlevsiz hale getirmektedir.

Gelinen aşamada, artık düz bir çizgiden bahsetmek imkansız. Eskiden basite indirgemek için tek boyut yeterliydi. Bugün ise siyasi ve dolayısı ile toplumsal yelpazeyi tanımlamak için iki boyut bile aşırı basite indirgemek olacaktır. Sol veya sağı kimlerin temsil ettiği bağlamında yapılacak bir fikir cimnastiği aslında sonuçsuz bir tartışmaya evrilmeye mahkumdur.

Sol veya sağın evrensel olarak tanımlayıcı özelliklerinden bahsetmek yanıltıcı olacak ve büyük ihtimalle siyaset üreticileri bakımında ciddi zaman kayıplarına, kafa karışıklıklarına ve yalpalamalara sebep olacaktır. Siyasilerin kendilerini tanımlarken yeni dönemde Sağ ve Sol gibi basit kavramları kullanmaları mümkün olmayacağı gibi, bu yaklaşım eskiyi çağrıştırması bakımından seçmen tepkisine yol açabilecektir.

Türkiye’de bu değişime nasıl ayak uyduruldu:

Türkiye’de siyasi partiler, siyasetçiler ve siyasi yakınlığını tanımlamaya çalışan kişiler büyük ölçüde, sağ ve sol kavramını hala kullanmaya devam etmekteler. İki boyutlu dünyanın kolay tanımlanabilir pozisyonlarını kullanırken, çok boyutlu dünyanın gerektirdiği farklılıklarını anlatabilmek için herkesin bildiği (her ne kadar yüklenen içerik olarak farklılaşabilse de) Atatürk, laiklik, başörtüsü gibi kavram ve ikonları kullanmaya mecbur kalıyorlar. Ancak, sığındıkları kavramlar işlerini kolaylaştırmak yerine giderek sıkışmışlıklarını arttırır bir hal almakta.

Siyasi yelpazenin her tarafında benzer bir durum olmakla beraber, Türkiye’de her siyasi oluşum bu sorunu eşit olarak yaşamıyor. Hala kendine sol diyen, bilimin ışığında hareket ettiklerini iddia eden ve uluslararası normlarla kendilerini tanımlayan oldukça geniş bir kesim, içinde yaşadıkları toplumun gerçeklerinden ve ihtiyaçlarını hiç gözetmeden, kopyala yapıştır ile ilerleme kolaycılığını sürdürmeye çalışıyor. Çok boyutlu siyasi yelpazede kendilerine yeni bir yer edinmek ve ona göre siyaset üretmek yerine, bu kolaycılıkla hareket etmeleri de yıllardır halkın teveccühünü değiştirmelerine yetmiyor.

Örneğin, kendilerine sağ diyen, daha muhafazakar kesim, eskiden tek tipleştirici olmakla suçlanırdı. Bugün solun devamı görünenler, küresel tektipleştiricilik ile tüm kimlik ve farklılıkları ortadan kaldırmaya kadar varabilecek bir yaklaşımın sözcüleri haline gelmekteler. Yerelliğin öne çıktığı sağda ise tam tersi bir akım söz konusu. Sağ kendisini yenilemeye gayret ederek, yeni çok boyutlu toplum/siyasete kendini adapte edebilirken, Sol benzer bir açılımı gerçekleştirmekten daha uzak görünüyor.

Her ne kadar siyaseti ve toplumsal gelişmeleri kişiler üzerinden analiz etmek sorunlu olsa da, Türkiye özelinde bu iki kesimin değişimi okumak ve adapte olmak ile ilgili farklılaşmasının en büyük sebeplerinden birinin de özdeşleştikleri liderler olması çok muhtemeldir. Kalıplara bağlı kalarak siyaset üretmek yerine siyasi pragmatizmi ile öne çıkmış olan Recep Tayyip Erdoğan ve AK Parti, toplumsal değişimi hissederek/okuyarak daha yakın olduğu “Sağ”ın değişimine ciddi bir katalizör olurken, 20 yıldan fazladır karşısında bulunan ve “Sol” oldukları iddiasıyla yola çıkan siyasetçilerin toplumsal değişimi okuyamadıkları için inandırıcılıklarını bir adım öteye taşıyamamışlardır.

21. yüzyılın getirdikleri ile aslında büyük ölçüde ortadan kalkan eski Sol’a tutunmaya çalışan bir siyaset yaklaşımı ile sosyolojideki (sınıflardaki) değişimi anlayıp kendini adapte edebilen, artık Sağ olarak tanımlanması yanlış olacak siyasi akımın çekişmesini daha bir süre takip etmek durumunda kalacakmışız gibi görünüyor.

Günümüzde 5. nesil savaş uçaklarının 4. nesile göre olan avantajları medyada hergün yer buluyor. Ülkemiz de bu avantaja sahip olabilmek için gerekenleri yapmaya gayret ediyor. Ancak, geldiğimiz noktada siyasi yelpazemizde, iki ayrı nesil siyaset yapılmaya devam etmekte. 1970’lerden kalan alışkanlıklara küresel soslar eklenerek yapılan siyaset ile değişen topluma ayak uydurmaya çalışılarak yapılan siyasette doğal olarak yeni nesili hedefleyen taraf daha başarılı oluyor. Her ne kadar eski Sağ 5. nesli daha üretememiş olsa da 4.5’u ürettiğini söylemek haksızlık olmaz.

Giderek artan ve ayrışan sınıf sayılarını göz önüne alırsak, çok boyutlu siyaset yapmayı becerebilenler başarılı olacaklar gibi duruyor. Artık Sol’un ve Sağ’ın eskiden ne yaptığını, nerelerde hataları olduğunu, kimlerden uzak kaldığını kime yakın durduğunu tartışmak büyük oranda siyaset tarihçilerine bırakılması gereken bir alan gibi gözüküyor. Artık Sağ ve Sol yok. Bu tanımlara dayanarak analiz yapmak da zaman kaybından öteye gitmeyecektir.

KERİM PAKER KİMDİR?

Kerim Paker 1971`de istanbul`da doğdu. İlk öğrenimini Şişli Terakki Lisesi`nde tamamladıktan sonra Saint Joseph Fransiz Lisesini bitirdi. University of Rochester`da kendi dizayn ettiği bir program dahilinde mühendislik eğitimi aldı.

Üniversiteyi bitirdigi 1993 Aralik ayindan itibaren Henkel Corporation`ın iç danışmanlık bölümünde çalıştı. Şirketin değişik bölüm ve üretim tesislerinde yeniden yapılandırma çalışmalarına katılmanın yanısıra stratejik planlama komitesinde yer aldı. 1995 yılında Henkel Corporation`dan ayrılarak Carnegie Mellon University`de işletme master`ı programına başladı. Eğitiminin ikinci yılında yarı zamanlı olarak tekrar yeniden yapılandırma projelerine destek olmak amacıyla Henkel Corporation`da çalıştı.

1997 yılında strateji ve yönetişim konularında uzmanlaşmış olarak mezun olduktan sonra danışmanlık çalışmalarına kendi kurduğu B.O.Y. Bilgi Odaklı Yönetim Danışmanlık şirketinde devam etti. Stratejik ve operasyonel konularda, kimya, turizm, tekstil, satış sonrası servis, elktronik ve insan kaynakları gibi çeşitli endüstrilerde yerli ve yabancı şirketlere danışmanlık yaptı.

Danışmanlığın yanı sıra tamamı yabancı yatırım şirketleri tarafından finanse edilen, Doğu Avrupa ülkelerinde faaliyet göstermek üzere kurulan, Vatera.com adında, internet üzerinden açık arttırma yoluyla alışverişi düzenleyen bir firmanın ortağı ve Türkiye Yöneticisi olarak görev yaptı.

2003 yazından itibaren bir aile şirketi olan Yeni Tekstil A.Ş.’de yöneticilik görevi üstlendi. Şirketin üretim, pazarlama, ve finans dahil tüm fonksyonlarını koordine etmenin yanında daha profesyonel bir yönetim ile faaliyet gösterebilmesi için yeni süreçler geliştirdi.

2006 yılı Nisan ayında Hollanda menşehli Vedior B.V.’nin Türkiye’de ki şirketi olan KRM Yönetim Danışmanlık A.Ş.’de küçük ortak ve Genel Müdürlüğü katıldı. 2008 yılında ortaklarından şirketi devraldı ve halen Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdür görevlerini sürdürmektedir.

Ayrıca, Chem-ist Chemicals Istanbul Kimyasal Ürünler Paz. San. Ve Tic. A.Ş. ve Fava Turistik İşletmeleri A.Ş.’nin de ortaklarındandır ve Yönetim Kurulu Başkanlık’larını sürdürmektedir.

1998-2017 yılları arasında yarı zamanlı olarak İstanbul Bilgi Üniversitesi`nde lisans ve yüksek lisans öğrencilerine Stratejik Yönetim dersleri verdikten sonra 2018 yılından itibaren üniversitenin Mütevelli Heyeti’nde görev almıştır. Kerim Paker, 2002 yılındaki kuruluşunu takiben 9 sene Yönetim Kurulu Üyeliği ve 3 sene Başkanlığını yaptığı Toplum Gönüllüler Vakfı’nın mütevelli heyet üyesidir. Terakki Vakfı Mütevelli Heyet ve Yönetim Kurulu Üyelikleri, Genç Hayat Vakfı Yönetim Kurlu Başkan Yardımcılığı ve Sivil Toplum Destek Vakfı Yönetim Kurulu Üyelikleri devam etmektedir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir